Annemin Fincanları - Pınar'ın İzlenimleri

GÜMDEMDEKİLER

Translate

21 Nisan 2018 Cumartesi

Annemin Fincanları



ÇAY FİNCANI
"Annemin fincanları "

Küçük kızın hayallerini süsleyen yolculuğu, gözünü alamadığı, etrafı ince ince boyanmış porselen kahve fincanlarına olan hayranlığı ve onun üzerinde kurduğu onca hikâye…

Çok garip değil mi? Evet kendimden bahsedeceğim bugün. küçük hayallerimin büyük kahramanı çocukluğum. Almanya'da doğdum ben, İstanbullu bir ailenin ikinci kızıyım. Henüz o zamanlarda beş kardeşiz, sonradan yedi olduk: D. Neyse bana gelecek olursam, her zaman düşünen kendimce masal kahramanları gibi derinlere dalıp, maceralara atılan bir düş Prensesiydim.


Yaşımız daha küçük annem ve babam çalışıyorlar bizde kreşe gidip geliyoruz. Düzenli bir hayatımız var. Âmâ monoton asla değil. Anne ve babam gezmeyi, eğlenmeyi, eğlendirmeyi çok severdi. Sabahları çok erken bir saatte olsa, anne ve babamızın kahvaltı hazırladığını hatırlarım. Babam bize maymun taklidi yapıp güldürür, annem ise hepimizi doyurma telaşına girerdi. Çok uslu kardeşlerdik hiç üzmedik biz ailemizi. Okula gidip geldikten sonra yemeklerimizi ya evde ya da arabaya atlar, neresi olursa olsun bir restorana gider yerdik. Evde video izlemeyi de çok severdik. Ailem Türkiye sevgisini aşılamak için Türk filmleri alsalar da genelde ya western ya da müzikal ve komedi izlerdik.  Rock Hudson, Elizabeth Taylor, Jerry Lewis o dönemin Amerikalı tüm oyuncuları bizim evimize konuk olurdu. Annem çok severdi müzikal dolayısı ile çoğu zaman da opera bale ne varsa dinler ve izlerdik. O ahenkle yetiştik, büyüdük biz.

Hiç unutmam, ben biraz da Alaturka da bir kızdım, neden bilmem ama.!!”Birazda Türk genim var sanırım o ağır basıyordu: D.” Aile dostlarımız vardı ,düzenli onlara gidip gelirdik. Semiha teyzelere gittiğimiz zamanlar “Onlar çok sevecen bir aile idi.” roman müzikleri çaldığın da babamla karşılıklı raks ederdik. Ben romanları o zamandan belli çok severim.


Mağazaların önünden geçerken kendimi süzerdim çok rüküştüm belli. Bir edalar bir havalar. Hep bir mimik vardı bende. Derler ya çocuk yedisinde neyse yetmişinde de o olur diye, evet daha küçüktü yaşım demek ben doğuştan öyleydim. Ailenin en kibar, en süslü en dans eden kızı olarak zamanlarımı geçiriyordum. Almanya'nın ve Avrupa’nın birçok şehrine seyahatlerimiz de olurdu.AHHH UNUTAMADIKLARIM ...

Neden mi anlattım bunca şeyi? evet kısa ayrıntılar ,ancak mevzunun  akibeti için önemli detaylar. Peki konuya gelecek olursak, şimdi yazacaklarım sonrasında fark ettiğim gerçeklerin hikayesi. Annemin kuralları da vardı elbet. Uslu çocuklar olsak ta, aile terbiyesi de olmalıydı. Mesela erken yatmak, temiz olmak, gittiğimiz yerlerde bir şeyler istememek ve en önemlisi evde bize ait olmayan değerli eşyaların dokunulmaması. Anne ve babamız çok zevkli ve meraklı kişiler olduğundan her yemek çeşidine ait porselen tabaklar, kristal bardaklar, biblolar o kadar güzellerdi ki ancak içlerinde her zaman dokunmak istediğim iki şey vardı dokunamadığım. İlk geldikleri yıllar da annemi çok seven, yaşlı bir Alman teyze çok eskilere dayanan, iki fincan takımını hediye etmiş. Hatıraları olan bu değerli antikanın büyük bir sevgiyle anneme armağan edilmesi ölmeden önce miras gibiymiş sanki.

O kadar güzellerdi ki varlık için de yaşayıp onca şeye sahip olsak ta onlar bana izlediğim filmlerde ki karakterlerin kullandığı fincanları anımsattığından karşılarına geçip bakar dururdum. Hele bir keman solo dinlenmesin evde. Başlardım onlarla hayal kurmaya. " Ülkemin yaşam tarzını bilmiyorum, o yüzden kendi yaşadığım yer ve filmler de izlediklerim dışında bir hayal kuramam tabi.”

Genel de büyümüş güzel bir kadın olurdum.Up uzun siyah saçlarımla , her zaman bol kabarık elbiseler giyermişim güya , bir prens çıkarmış karşıma ve biz çiçeklerin üzerin de koşup sonra çok mutlu bir  sarayımız olurmuş,hayalim bitince huzurla  açardım gözlerimi. Bir başka gün ise yine fincanların karşısına geçip kendimi kovboy kızı olarak görürdüm. Elimde tabanca at sırtın da kötü adamları şerife teslim ederdim. Hayallerimin sınırı yoktu o kahve fincanlarına bakıp bakıp çok senaryo kurmuşluğum vardır. Çocuğum ben gülmeyin bana bir kız çocuğu pembe hayalleri olan. İnanın şimdi yazarken gözlerim yaşardı birden. Ne çok özlemişim ben çocukluğumu anlamsız anlamlı hayallerimi. Sokakta yetişemedik biz sadece okul, sanırım iki yaşından belli sebeple bütün gerçeğimiz ailemizin içindeydi. Seneler sonra ülkeme döndüm. Yaşamadığımız bilmediğimiz bir hayata bu dönemi başka bir yazım da anlatırım şimdi zaten çok uzun süreceğinden roman olur.

Ancak büyüyüp kocaman bir kadın olduktan sonra öğrendiğim bir şey var ki, hayatın gerçekleri o kahve fincanına bakıp masallar yazdığım, senaryolar kurduğum hayallerden çok farklıymış. Annemin fincanları ve ben.

Kendi hayatımdan aldığım bu kesit için de yalnız olmadığımın bilincindeyim. Nice insanlığın çocukken kendince oluşturduğu bir "BEN" kahramanı hep olmuştur. Yaşam biçimlerimiz her ne olursa olsun. Bizim masum hayallerimizi yıkan, bizi hayatta sebepli sebepsiz üzen kişiler, olaylar.

Âmâ şunu asla unutmayın bu yaşamın için deki en değerli varlık sizsiniz. Kendinize zaman ayırın hayallerinizi hiç bırakmayın. Karşınıza kim gelirse gelsin, ne olursa olsun, bir yerden tekrar başlamak yine sizin elinizde. Bir kere geldiğimiz bu dünyanın en büyük rolünü sen oynuyorsun. Kimsenin sizin masalınıza girmesine izin vermeyin. Sevgiyle kalın.

Evet sen bugünün kahramanısın.
                                                                                                                  Yazan: Pınar Albayrak





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Menü